The Who: Rock Müziğin Asi Ruhu
The Who, yalnızca İngiliz rock sahnesinin değil, aynı zamanda tüm müzik tarihinin en etkileyici ve yenilikçi gruplarından biri olarak kabul edilir. 1964 yılında Londra’da kurulan grup, hem sahne performanslarındaki yıkıcı enerjisiyle hem de albümlerindeki kavramsal derinlikle rock müziğin çehresini değiştirmiştir. Pete Townshend’in gitarı ve besteciliği, Roger Daltrey’nin güçlü vokalleri, John Entwistle’ın yenilikçi bas tarzı ve Keith Moon’un çılgın davulculuğu, The Who’yu eşsiz kılan temel unsurlar olmuştur.
Kuruluş ve İlk Yıllar
The Who, ilk başlarda “The Detours” adıyla yola çıktı. Grup, 1964 yılında adını The Who olarak değiştirdi ve kısa süre içinde “Maximum R&B” olarak anılan patlayıcı sahne performanslarıyla tanındı. İlk çıkış şarkıları “I Can’t Explain” ve “Anyway, Anyhow, Anywhere” ile İngiltere listelerine giriş yaptılar. Ancak esas çıkışları, 1965 tarihli “My Generation” şarkısıyla geldi. Bu parça, o dönemin gençliğinin isyanını ve umutsuzluğunu temsil ederken aynı zamanda grubun yıkıcı imajını da pekiştirdi.
“My Generation”, sadece sözleriyle değil, Pete Townshend’in ikonik gitar kırma sahneleri ve Keith Moon’un agresif davul stiliyle de rock müziğin sınırlarını zorladı. Bu şarkı ve albüm, mod kültürüyle bütünleşmiş gençliğin marşı haline geldi.
Kavramsal Albümler ve Yenilikçilik
The Who, 1969’da yayımladığı Tommy albümüyle müzik tarihinde yeni bir sayfa açtı. Tommy, rock tarihinin ilk “rock operası” olarak kabul edilir. Sağır, dilsiz ve kör bir çocuğun ruhsal uyanışını konu alan bu albüm, hem tematik derinliği hem de müzikal çeşitliliğiyle dikkat çekti. Broadway uyarlamaları, film versiyonu ve dünya turneleriyle The Who’nun ünü küreselleşti.
1971’de çıkan Who’s Next, grubun stüdyo başarısının doruk noktalarından biridir. “Baba O’Riley”, “Behind Blue Eyes” ve “Won’t Get Fooled Again” gibi klasiklerle dolu bu albüm, ilk başta başarısız bir proje olan Lifehouse’un parçalarından oluşuyordu. Pete Townshend’in elektronik sesler, synthesizer ve klasik rock unsurlarını birleştirdiği bu çalışma, rock müziğin evrimi açısından belirleyici olmuştur.

1973’te yayımlanan Quadrophenia, grubun ikinci rock operasıydı ve bir gencin kimlik arayışı etrafında şekillenen bir hikâye anlatıyordu. Mod altkültürüne dair nostaljik bir anlatı sunan bu albüm, zengin enstrümantasyonu ve karanlık temalarıyla hem eleştirmenlerden hem de hayranlardan büyük övgü aldı.
Canlı Performansların Gücü
The Who, sahne şovlarıyla efsaneleşmiş bir gruptur. Pete Townshend’in rüzgâr gibi dönen kol hareketleriyle yaptığı gitar çalımı, Keith Moon’un kaotik davul atakları, Roger Daltrey’nin mikrofonu kement gibi savurması ve John Entwistle’ın sarsılmaz bas çizgileriyle The Who konserleri, izleyiciler için adeta bir ritüeldi.
1970 yılında yayımlanan Live at Leeds albümü, rock tarihinin en iyi canlı albümlerinden biri olarak gösterilir. Bu albüm, grubun sahnedeki çiğ enerjisini, doğaçlama yeteneğini ve dinamik uyumunu sergilemektedir.
Kayıplar, Dağılmalar ve Dönüşler
Keith Moon’un 1978’deki trajik ölümü, grubun kimyasını derinden etkiledi. Moon’un yerine Kenney Jones getirildi, ancak grup artık eski enerjisini yansıtamıyordu. 1982 yılında grup, veda turnesinin ardından dağıldığını açıkladı. Ancak The Who’nun hikâyesi burada bitmedi. 1989, 1996 ve 2000’lerde yeniden sahnelere döndüler.
John Entwistle, 2002 yılında kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti. Bu kayıplara rağmen, Roger Daltrey ve Pete Townshend grubu ayakta tutmaya devam etti. 2006 yılında Endless Wire adlı yeni bir stüdyo albümü yayımlandı. Grup, 2010’lar boyunca da dünya turnelerine çıkarak enerjilerini korudu.
2019 yılında çıkan WHO albümü, Pete Townshend’in modern dünyaya dair gözlemlerini içerirken grubun klasik ruhunu da yansıtıyordu. Özellikle “Ball and Chain” ve “Beads on One String” gibi parçalar, yaşlanmış bir rock grubunun hala nasıl anlamlı müzik üretebileceğini gösteriyordu.
Etki ve Miras
The Who, müzik tarihinde pek çok ilke imza atmıştır: rock operası kavramının öncüsü olmak, synthesizer’ı rock’a entegre etmek, sahnede enstrümanları parçalayan ilk grup olmak ve kavramsal albümlerin sınırlarını zorlamak… Bu nedenlerle, punk rock’tan prog rock’a, heavy metal’den alternatif rock’a kadar sayısız türde etkileri hissedilmiştir.
Grubun birçok şarkısı günümüzde kültürel referans haline gelmiştir. “My Generation” gençlik isyanının simgesi olmuşken, “Baba O’Riley” televizyon dizilerinde defalarca kullanılmıştır. Pete Townshend’in besteciliği, Bruce Springsteen, U2, Pearl Jam gibi isimler üzerinde doğrudan etki yaratmıştır.
Sonuç
The Who, sadece müzikal üretimiyle değil, bir kuşağın sesi, bir dönemin ruhu ve bir müzik devriminin öncüsü olarak da tarihte yerini almıştır. 1960’lardan günümüze uzanan yolculuğunda pek çok zorlukla karşılaşmış, kayıplar yaşamış ama her defasında sahneye dönerek, zamanın ötesinde bir efsane olmayı başarmıştır. Bugün hala aktif olan bu grup, rock müziğin sınırsız ifade gücünün canlı bir kanıtıdır.